Skip to content

Anyone, Anything, Anytime – Bir Acil Tıp Tarihi Röportajı

Reklam

Editör Notu: Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi acil tıp asistanlarından Dr. Ulaş Özturan, bu yıl Brown Üniversitesi’nde bulunduğu aylarda, aynı üniversitenin acil tıp anabilim dalı başkanı ve ABD’deki acil tıbbın kuruluş öyküsünü anlatan “Anyone, Anything, Anytime” kitabının yazarı Prof. Dr. Brian Zink ile bir röportaj yaptı. Bu ilginç röportajı bu yazıda sizlere sunuyoruz. İyi okumalar..

Yazar Prof. Dr. Brian J. Zink ile Kitabı ve Acil Tıp Tarihi Üzerine Bir Röportaj

“Santayana’nın da söylediği gibi tarihinden dersler çıkartmayanlar aynı şeyleri tekrarlamaya mahkumdur.”

( Peter Rosen. Önsözden. )

Anyone Anything Anytime, A History of Emergency Medicine’, 1950’lerin Amerika’sında başlayan sosyokültürel, ekonomik ve politik değişimlerle şekillenen; düzensiz, karışık, on yıllarca yeterli kaynak ve destek bulamadığı gibi çoğu zaman önüne engeller çıkarılan acil tıbbın günümüze kadar ki organizasyonu, zamanla tanınması ve sonunda gerçek bir uzmanlık alanı olarak kabullenilmesi sürecini keyifli bir dille anlatan belgeselimsi bir tarih kitabıdır.

Kitabın yazarı Dr. Zink, Michigan Üniversitesi’nde olduğu yıllarda dört yıllık bir araştırma yapmış, bu süreçte ülkenin batısından doğusuna, güneyinden kuzeyine neredeyse bütün acil servisleri gezmiş, resimler, dokümanlar elde etmiş ve röportajlar yapmış. Kitapta acil tıbbın öncülerinden James Mills, John Wiegenstein’dan, Judith Tintinalli ve Peter Rosen’a kadar ve bu çetrefilli süreçte rol oynayan birçok insanın özel hayatları ve yaşadıkları olaylar bizzat kendi cümleleri ile anlatılmış.

Dr. Zink ile Mayıs 2014’de Rhode Island’ın Providence şehrinde Dr. Selim Süner aracılığıyla tanıştım. İçlerinde yine acil tıbbın öncülerinden olan Vietnam savaşında paramedik olarak görev yapmış ve sonrasında tıp fakültesini bitirerek acil tıbbın ilk uzmanlarından olmuş Dr. Edward (Mel) Otten’ın da bulunduğu bir yemekte acil tıp tarihi ve ‘Anyone, Anything, Anytime’ üzerine sohbet etme imkanım olmuştu. Türkiye’ye döndükten sonra kitabı edinip okudum ve Nisan 2016’da tekrar Brown Üniversitesi’ne bir aylığına ziyaretçi asistan olarak gittiğimde Dr. Zink’le kitabı hakkında röportaj yapma fırsatım oldu. Röportajımın bir kısmını sizlerle paylaşmak istedim. Keyifli okumalar.

U.Ö : Önsözde sizi acil tıbbın tarihini araştırmaya iten faktörleri, geçmişle bağlantının korunması gerekliliği, kurucuların bir çoğunun hala hayatta ve anlatmaya hazır oluşu, 40 yıllık bir tarihin derlenmek için ideal bir süreç olduğu şeklinde sıralamışsınız. Bununla beraber uzmanlık eğitiminizi Cincinatti Üniversitesinden – Cincinatti ilk akademik acil departmanı ve ilk asistan eğitimine başlayan klinik – almış olmanızın üzerinizde etkileri var mıdır?

B.Z : Asistanlığım sırasında bizim programın dünyadaki ilk acil tıp asistan programı olduğunun farkındaydım. Acil tıbbın ilk asistanlarından Richard Levy, Edward (Mel) Otten gibi profesörler hala orada görev yapmaktaydı ve benim bu insanlarla o yılları konuşma imkanım vardi. Benim asistanlık yaptığım 1984 – 1988 yılları arasında çok iyi bir acil tıp programı olmasına karşın 1960- 1966 yılları arasında pek parlak sayılmazdı. Acil servisler başıboş kaotik yerlerdi, hiçbir doktor acil servise girmek istemezdi. Richard Levy asistanlığı bitirdikten hemen sonra bölümün direktörü olmuştu ve tüm işleri o halletmeye başlamıştı. Asistanlık yıllarımda bu insanlarla birlikte olmamın böyle bir projeyi düşünmemde etkisi olmuştur.

Reklam

Türkiye’de de acil tıbbın gelişmesine katkıları olan John Fowler da Cincinatti’de benim 1 sene kıdemlimdi. John çok özgün bir insandı. Enteresan anılarımız oldu. Kocaman bir profesyonel rugby oyuncusuydu. Bir gün doktor odasına girdiğimde aynanın karşısında bir şeyler yaptığını gördüm. Başta kravatını bağlıyor olabileceğini düşündüm. Sonra yaklaşınca farkettim ki alnındaki kesiyi dikiyor. Oyun sırasında başına darbe almış ve alnı açılmıştı. Kimseye söylemeden de alnını dikmeye kalkışmıştı.

U.Ö. : ‘Anyone, Anything, Anytime’ ın 4 yıllık bir proje olduğunu söylediniz. Böyle uzun soluklu bir projeye başlamaya iş hayatı ve maddi yönden nasıl cesaret ettiniz?

B.Z : Kitabı projelendirdiğim yıllarda Michigan Üniversitesi’nde olduğum icin şanslıydım. Üniversitede doçent olarak 10 yılını tamamlayanlara 6 ay – 1 sene arası akademik araştırma yapabilmek icin maaşlı izin veriliyordu. Süreç uzadıkça giderek aldığımız maaş azalıyordu. Ben 9 ay boyunca izin alabildim ve bu süreçte kütüphane araştırmaları yaptım. 1970’lerin medikal dergilerinden ilgili yazıları araştırdım. Sonrasında hem acil serviste çalıştım hem seyahatler yaptım. Çoğu zaman arkadaşlarım yokluğumda nöbetlerimi tuttular. Dallas’a giderek ACEP’in arşivlerinden o dönemde yapılan tüm toplantıların, yazışmaların ve görüşmelerin dokümanlarını toparladım. Ayni zamanda insanlarla röportajlar yapmaya başladım. Yaklaşık elli insanla görüşme planladım ve seyahatlere başladım. Onları bazen ulusal toplantılarda yakalamaya çalıştım, bazen evlerinde misafir oldum. Kimisi ile balık tutarken, kimisi ile barda bira içerken röportaj yaptım. Görüşmeler için ülkenin doğusundan batısına kuzeyinden güneyine, hatta Kanada’ya bile gittim. Elimde küçük bir ses kayıt cihazı ile kayıtlar yaptım ve sonradan sekreterim hepsini yazıya döktü.

 

ZAMAN DEĞİŞİYOR

Dışarda bir savaş var, 

Ve kızışmakta. 

Yakında pencerelerinizi sarsacak, 

Ve duvarlarınız titretecek, 

Çünkü zaman değişiyor. / Bob Dylan

 

U.Ö : Kitabın 3. bölümü 1964’te yayımlanan Bob Dylan’in ‘The Times They Are A-Changin’ şarkısının dizeleri ile başlıyor. Kitabınız sadece basit bir tıp tarihi kitabı değil; aynı zamanda o dönemde yaşanılan sınıf çatışmaları, cinsiyet devrimi, feminizm ve etnik ayrımcılığı da anlatan politik bir tarih kitabi. Ben de kitabı okurken dönemin müziklerini dinleyip kitaptaki insanların fotoğraflarına baktım. Sonra farkettim ki kitap bir belgesel filmi haline geldi. 60’lı yılların Amerika’sında yaşanan bu politik ve sivil mücadelelerin acil tıbbın şekillenmesi üzerine nasıl bir etkisi olmuş olabilir?

B.Z : 1961’de Kennedy yönetiminin gelmesiyle yenilenme, tazelenme dönemi başladı. Bu dönemle başlayan yeni nesil 60’lar boyunca daha ileriye dönük, modern, daha fazla talep eden, sanatla ve müzikle ilgilenen bir nesildi ve sonucunda kültürel değişim başladı. Sonrasında sivil toplum hareketi başladı ve devamında şiddete dönüştü. Birçok insan gösterilerde yaralanıyordu ve kalabalıklar halinde acil servislere akın ediyorlardı. Bu ayaklanmalar ve yaralanmalar daha çok Afrikan -Amerikan bölgelerinde görülüyordu. Cincinatti’de bu bölgelerden biriydi. Bir süre sonra bu insanlar daha iyi hastane bakimi talep etmeye başladılar. Bu noktada acil servisler servisler dikkat çekmeye başlamıştı.

Reklam

Acil tıp tüm bu değişimlerin içerisinde büyüyen, gelişen yeni bir uzmanlık alanıydı ve dönemin ruhunu taşıyordu. İçerisinde birçok genç insan, yeni fikirler, karşıtlıklar ve modernizm barındırıyordu.  Ayni zamanda 60’li yıllara kadar muayenehane sistemli çalışan sağlık hizmetleri de giderek hastane bazlı hizmetlere dönüşüyordu. Doktorlar ofislerinde hasta bakmaktan daha çok hastanelerde şift usulü çalışmaya başlamışlardı. O dönem gerçekten büyük bir değişimdi ve acil tıp da dönemin bir parçasıydı.

U.Ö : Eisman’in 1967’de Journal of Trauma’ da yayımladığı askeri ve sivil travma yaklaşımlarını karşılaştıran araştırması acil tıbbın alanda kabul edilmesinde en önemli farkındalık yaratan yazılardan biri olmuştur. Araştırma daha çok EMS (hastane öncesi acil hizmetler) üzerinde durmasına rağmen acil tıpçılar tarafından daha çok benimsenmişti. Sonuçta EMS acil tıptan önce verilen bir hizmetti ve EMS ile travma cerrahları ilgilenmekteydi. Bu durum EMS’e acil tıpçıların daha fazla sahiplenmesi sonucu doğmuş olabilir mi ?

B.Z : Ben de öyle düşünüyorum. Özellikle 60’ların sonuna doğru travma cerrahları ülkede hastane öncesi travma bakımının kalitesiz olduğunu düşünmeye başladılar ve EMS üzerine yoğunlaştılar. 1966’da Ulusal Bilimler Akademisi’ nin (National Academy of Sciences) yayımladığı “Kazalarda Ölümler ve Sakatlıklar : Modern Toplumun İhmal Edilen Hastalığı” raporu, travma hastalarında EMS bakımı yetersizliğini sorgulamış ve dikkatleri EMS üzerine çekmiştir. Fakat cerrahların düşüncesi bu hastaları bir an önce hastaneye getirebilirseniz biz çaresine bakarız tarzındaydı. Bu noktada hastane öncesi acil bakım hizmetleri teknolojileri ve acil servislerin kalitesi üzerine durulmamıştı. 1972’de de EMS icin devlet tarafından büyük bir bütçe ayrılmış, iyi eğitimli acil tıp teknisyenleri ve paramedikler yetiştirilmiştir. Hastane öncesi sağlık ekipleri ile acil servisler arasında haberleşme ağları kurulmuştur. Tabii bu raporun yayınlanması ve EMS icin yasaların geliştirilmesi 6 sene almış, bu arada acil tıp gelişmiş, asistanlık programları çoğalmış, ACEP kurulmuş ve EMS’in geliştirilmesi üzerinde çalışmalar yapmaya başlanmıştır. Sonucunda da acil tıpçılar EMS ile yakından ilgilenmeye başlamışlardır..

U.Ö :  Benim kitaptan en keyif aldığım yerler özellikle Peter Rosen’ın her şeye muhalif, kavgacı tutumu, kendisinin de bir cerrah olmasina rağmen acil tıbbı saydırmak adına cerrahlarla yaptığı kavgalar ve diyalogları oldu. Bu çabaları sonucu elde ettigi kazanımlarla acil tıpçılar icin adeta bir baba oldu. Rosen’la görüşmeleriniz nasıldı? Gerçekte Rosen’ın nasıl bir karakteri vardı?

B.Z : Rosen kesinlikle muhteşem bir adam. Fazlası ile eğitimli, klasik müzik fanı, aşırı okumuş, her şeyden anlayan bir insan. Beraber yemeğe gittiğiniz zaman her zaman en büyük porsiyonlu eti sipariş eder, insanlar henüz bir içkisini bitirmemişken o en az beş tane içmiş olur, sohbeti her zaman hareketli ve eğlenceli tutar. Aynı zamanda fazlasıyla nazik biri. Fakat bir konuda senle aynı fikirde degilse, onu muhakkak sana yansıtacaktır. Dili sert, bazen kaba da olabilir. Fakat bu tutumu hiçbir zaman kendisi ile alakalı değildi. En iyi hasta bakımı için çabalardı. Mantıksız yada ikiyüzlü bir durumla karşılaştığı zaman şiddetle karşı çıkardı. Kitapta da yazıldığı gibi o dönemin insanları oldukça diplomatik, uyumlu, diğerlerini ikna etmek icin her zaman kibar bir dil takınan insanlardı. Fakat Rosen işler yolunda gitmediği zaman hemen sinirlenen ve patlayan biriydi ve acil tıbbın o dönemde böyle bir insana ihtiyacı vardı. Birilerinin ihtiyaç durumunda karşı tarafı sallayabilecek bir yeteneğinin olması gerekiyordu ve bu rolü Rosen üstlenmişti. Özellikle de acil tıbbın resmi uzmanlık (American Board of Emergency Medicine) olarak kabul edilme sürecindeki toplantıların birinde yumruğunu masaya vurmuş, yeter artık diyerek küfürler yağdırmaya başlamış, söylenen her şeyin sadece acil tıbbın kurulmasına karşı bahaneler olduğunu gerçek bir neden söyleyemediklerini bağırarak ifade etmişti. O dönem gerçekten öyle bir insana ihtiyaç vardi ve işlerin daha kolay gitmesine katkıda bulunuyordu. Fakat başka zamanlarda da bu tutumunun cezasını çekiyordu. Düşmanlar edindi, işten atıldı, sıkıntılar yaşadı. Camiada da herkes Rosen’ın fanı değildi. Kullandığı dili ve tutumunu uygunsuz bulanlar vardı. Fakat bunlara da rağmen camiada fazlasıyla saygı gören biri. Acil tıbbın gelişimine katkıda bulunan pek çok liderin de akıl hocası. Ben de Peter Rosen’ın hayranıyım. Onunla geçirdiğim zamanlarda harika keyif aldım.

Reklam

Rosen ile görüşmek icin Jackson, Wyoming’e gittim. Benim balıkçılığa olan ilgimi biliyordu. Kendisi ve diğer bir acil tip öncülerinden olan Robert Dailey ile Teton dağlarından kaynak alan snake nehrine uçan balık tutmaya gittik. Bir tekne kiraladık ve tüm gün boyunca bir yandan balık tutarken bir yandan sorularımı cevapladılar. Yaklaşık 10 saat tekne gezisi yaptık. Rosen ile 2 gün geçirdim. Daha önceden de toplantılarda, yemeklerde pek çok kez sohbet etme imkanım olmuştu fakat kişisel olarak tanıma imkanını röportajlarım sayesinde yakaladım.

U.Ö. :  Kitapta ve 2005 yılında ACEP News’teki yazınızda başka bir acil tıp öncülerinden, ACEP’in kurucu başkanlarından ve ilk liderlerden olan R.R. Hannas’in emekli olduktan sonra bir likör mağazasında gece bekçisi olarak çalıştığı ve sonrasında bir bar açtığı yazıyor. Boyle başarılarla dolu bir liderin emeklilik sonrası hayatı sizce de ilginç degil mi ?

B.Z : Evet, Hannas da diğer ilk acilciler gibi ilginç karakteri olan bir insan. Emekli olduktan sonra  Arizona’ya taşındı ve bir süre bir likör mağazasında gece bekçisi olarak çalıştı. Daha sonra bir pub satın aldı, işletmeye başladı. Müşterileri ve  çalışanları onu çok sevdi. Bu onun isiydi. Fazla sosyal bir insandı. Birşeyleri organize etmeyi, düzenlemeyi gerçekten çok severdi. Beni de barda misafir etti. Röportajımı o barda yaptım.

U.Ö : Arizona ACEP’ten Micheal Vance gibi bazı muhalif insanlar kitapta “Young Turks” olarak ifade edilmiştir. “Young Turks” ne anlama gelir? Bu deyimin Türkler’le ilgisi var mıdır?

B.Z : Bu gerçekten çok ilginç. Bu deyimin Türklerle ilgisini hiç düşünmemiştim. Bu insanlar asistanlığını yeni bitirmiş genç doktorlardı, hatta bir kısmı hala asistandı. Acil tıbbın diğer dernekler tarafından kabul edilme sürecine saygı duymuyorlardı ve oldukça sabırsızlardı.. Biz kendi kendimize yeteriz, kendi kurallarımızı kendimiz yaratalım düşüncesindelerdi. Fakat liderler yaşça daha büyük oturaklı insanlardı ve bu yaklaşımın aptalca olduğunu düşünüyorlardı. Tam olarak nereden geldigini bilmiyorum ama bir filmden yada tarihsel bir olaydan kaynaklanıyor olabilir. “Young Turks” deyimini Wiegenstein , John McDade, John Rupke gibi eski liderlerden sıkça duydum. İtiraz eden, muhalif, isyancı insanlar icin kullanıyorlardı. Ama muhtemelen Türkler’le tarihsel bir bağlantısı var.

Reklam

Dipnot:  Sonradan araştırdım. Deyimler sözlüğünde “Young Turks” icin belirli bir organizasyon icinde radikal degisiklikler yapmak isteyen kişiler olduğu yazıyor. Kökeni ise 1900’lerin başında Sultan 2. Abdulhamit’e muhalif meşrutiyetçi genç kuşak yani Jön Türkler’e dayanıyor.

U.Ö :  Kitaptaki bölümleri ve görüşmelerinizi nasıl organize ettiniz? Görüşmeleri  kitaptaki gibi kronolojik sırayla mı yaptınız? Yoksa hikayeler mi sizi insanlara sürükledi?

B.Z : Görüşmelerimi sıraya koymam çok zordu. İnsanların uygun olduğu tarihleri yakalamaya uğraştım. Herkese e-mail yolladım, hatta bir kısmına mektup yazıp postaladım. Bir kısmını toplantılarda yakalamaya çalıştım. Benim tarihe özel bir ilgim var fakat tarihçi olduğumu söyleyemem. Sözel öykü alma, röportaj yapma uzerine kendimi geliştirdim. Bu konuda kitaplar okudum. San Francisco Üniversitesi’nin online sözel öykü alma eğitimlerini aldım. Fakat biz doktorların zaten bu konuda diğer insanlara göre daha yetenekli olduğunu düşünüyorum. Öykü almak zaten işimizin bir parçası ve bu konuda deneyimliyiz. Açık uçlu sorular sormayı, insanları sorularımızla yönlendirerek istediğimiz cevabı almayı becerebiliyoruz. Bazı insanlarla görüşmek çok zordu, çok kapalılardı. Yaklaşık 2 saatlik bir ses kaydından kitap için kullanılabilecek sadece bir cümle çıkıyordu. Toplamda 100 saatlik bir ses kaydım oldu. Analog tipteki ses kayıtlarını dijital ortama aktardık. Hepsini yazıya döküp arşivledik.

U.Ö :  ‘Anyone, Anything, Anytime’  2006 yılında yayımlandı ve aradan 10 sene geçti.  Kitaba göre 10 sene 1970’ler için çok şey ifade ediyor. Geride bıraktığımız 10 sene içerisinde acil tıptaki gelişmeleri nasıl görüyorsunuz?

B.Z : Son 10 yılda da çok ciddi değişimler oldugunu düşünüyorum. Tıpta çok daha kabul gördüğümüzü düşünüyorum. Birçok ulusal organizasyon liderleri arasında acil tıpçıların öne çıkmaya başladığı görülmektedir. Amerikan Tıp Derneği’nin (American Medical Association- AMA) şimdiki başkanı Steven J. Stack acil tıpçıdır ve AMA’nın en genç başkanı olmuştur. Bu bizler için oldukça anlamlıdır. Ayrıca birçok hükümet ve diğer ulusal organizasyonlarda acil tıpçılar yönetici konuma gelmektedirler. Tıp fakülteleri ve hastanelerde dekanlar, yöneticiler olmaya başladık. Dolayısıyla artık acil tıbbın oldukça güvenilir bir uzmanlık alanı olduğunu görmeye başladık. Bugün hala birçok insan acil tıp icin çok hevesli olmasa da kısa sürede geldiğimiz nokta azımsanamaz. 10 yıl önce bu seviyede olduğumuzu söyleyemem, bu süreçte muazzam bir sıçrama yaşandı, uzmanlık eğitimi veren programların sayısı katlandı, araştırma yapma imkanlarımız oldukça genişledi. Tıp öğrencilerinin acil tıbbı tercih etme oranları arttı. Fakat aynı zamanda bu büyümeyle beraber işin ticari kısmı açısından acil servisler dikkatli bir inceleme altına alındı. Acil servis masraflarını azaltmak adına girişimlerde bulunuldu. Fakat yasalar gereği başvuran her hastaya kaliteli bakım verme yükümlülüğümüz var. Şu anda devam eden sağlık harcamaları ile ilgili büyük bir ulusal tartışma var. Bizler için her hastayı sahiplendiğimiz, herkese acil serviste baktığımız söyleniyor ama bunu aslında biz de talep etmiyoruz, her hastanın her şeyi ile ilgilenmek tercihimiz değil, fakat yasalar gereği başka bir yol da çok mümkün değil. Bazı insanlar gerçekten bizim ne yaptığımızı anlamıyorlar ve bizi yanlış ifade ediyorlar. Bizim tüm hastalara hizmet vermek istediğimizi ve bunun gereksiz masraflı olduğunu düşünüyorlar. Ama bu bizim bozuk sistemimizin bir sonucu. Bu sürece dahil olurken daha kaliteli hizmeti daha ucuza ve daha iyi sonuçlarla vermeye çabalamak da bizler için işin keyifli kısmı.

U.Ö :  Acil tıbbın tarihini, yaşanılan olayları, gelişmeleri ve kazanımları iyi bilen biri olarak acil tıbbın geleceğini nasıl görüyorsunuz ve genç acilcilerden beklentileriniz nelerdir?

B.Z : Ben yeni nesil acilcilerin gelecekte bizlerden daha iyi konumda olacaklarını düşünüyorum. Eskiye göre eğitim imkanları oldukça genişledi. Simülasyon egzersizleri, teknolojinin yaygınlaşması ile kalitesi artan didaktik eğitimler, deneyimli insanların sayıca artması ile eğitim ve danışmanlık imkanları gelişti. Asistan eğitimi benim asistanlık yıllarıma kıyasla çok daha kaliteli durumda. Dolayısıyla gelecekte bu nesilden beklentim bizlerden daha kaliteli acil uzmanları olmaları. Sadece iki şeyi her zaman akıllarında tutmalarını isterim. İlki sağlık sistemi içerisindeki rollerinin bilincinde olmaları. Yani sağlık sisteminin kaynaklarını nasıl kullanmaları gerektiğinin bilincinde olmaları ve tıpta yaptıkları her şeyin toplum üzerinde etkilerinin nasıl olduğunun farkında olmalarıdır. Toplumla içiçe ve sosyal bağlantıları olan insanlar olmalarıdır ve toplumun büyük resminde kendi yerlerini görebilmelidirler. Çünkü acil servise gidip hasta bakıp nöbetini tamamlayıp eve gidip baseball oynamak yada çocukları ile oynamak işin kolay kısmıdır, ama toplumun büyük resminde gerçekten ne yaptığını görerek yaşamının bilincinde olmak zor olanıdır. Diğer beklentim ise genç acil tıp doktorlarının yaptıkları işi tutkuyla yapmalarıdır. Birçok insanın acil tıbba girerken beklentilerinin daha iyi bir yaşam tarzı ya da daha kolay iş hayatı beklentisi olduğunu  görüyorum. Bu kesinlikle doğru degil. Umarım gelecekte bu düşünce değişir ve bu alana giren insanlar yaptıkları işi büyük bir aşkla yaparlar. Çünkü insanların kriz anlarında yardımlarına biz koşuyoruz ve bu bizim toplumdaki rolümüz. Tabi bunu başarabilmek ise tutkuyla bağlanmayla olur. Sonuç olarak bunlar akılda tutulduğu sürece, geleceğin acil tıp doktorları icin eğlenceli olabileceğini öngörebiliyorum.

Editör: Dr. Nurettin Özgür DOĞAN

4 Yorumlar

      • Kaydin tamamini turkce olarak edinmek isterim mümkünmü acaba


blank
Yükleniyor..